14 Ağustos 2016 Pazar

Maeve Binchy - Küçük Bir Kış Masalı

Yeni bir kitap yazımla herkese merhabalar!
Öncelikle beni tanıyan herkesin de söyleyebileceği gibi tam bir İrlanda aşığı olduğumu sizlere söyleyebilirim. Dolayısıyla artık bu nedenle midir dersiniz bilemem ama Maeve Binchy'nin bende tam 13 kitabı var. Eğer vakit bulabilirsem 13'ü için de ayrı ayrı yazı yazabilirim ama şimdilik bu son kitabıyla ilgili yazı yazmak istiyorum. 
Bu sene tatil için 5 günlüğüne Bodrum'a kaçmıştım. Yanımda da sadece kitap olarak Saul Bellow'un kitabı vardı. Bir önceki postumda da okuyabilirsiniz. 
Uçağımızın alışılmış olduğu üzere rötar yapacağını duyduğumuz zaman havaalanından aldığım ufak kitap formatındaki Agatha Christie kitabına teşekkür etmiştim. Etmiştim etmesine de kitabın beni bu kadar bağlayacağını ve 1.5 saatlik uçak serüvenimiz süresinde o kitabı hunharca bitirebileceğimi hesaba katmamıştım. Dolayısıyla da Bodrum'a indiğimiz zaman aslında tatil boyunca kitapsız kaldığımı da anlamış bulundum. Saul Bellow'u tekrar saygıyla anıyorum ancak gel gelelim şezlongda güzel güzel uzanmışken okunmasını çok da tercih edebileceğim bir kitap değildi Bay Sammler'ın Gezegeni. Ben de ilk akşam gittiğimiz Palmarina'daki kitapçıdan bu şirin mi şirin Maeve Binchy kitabını almış bulundum.
Şimdi tabi sormak gerekiyor, güneş yüzümü tüm gün gıdıklarken ben neden kış temalı bir kitap okumak istedim acaba... Sorunun cevabı daha çok İrlanda'yı barındırıyordu ama mevsimsel hiç düşünmediğimi belirtmem gerekiyor. Sonuç olarak kitabımı diğer tüm kitapları gibi keyifle okumaya başladım. Bu sefer kitap diğer kitaplarında alıştığım gibi insanların farklı hikayelerini anlatıp onları kişi ve olay bazında birleştiren metodundan biraz daha ayrıydı. Yine insanlar bir noktada birleşiyordu tabi ama bu daha otelin açılış aşaması, açılan otel, otelin başarısı ve ilk konaklamaya gelenlerin hikayelerini kapsıyordu. Ben de tek kelimeyle olay örgüsüne de kişilerin hikayelerine de yazım dilinin akıcılığına da bayıldım! Böyle güzel güzel okunacak, kalp ısıtan kitap arıyorum derseniz size direkt Maeve Binchy kitaplarına yönlendirmiş olurum. Bu kitabı da mutlaka okuyun, zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz sayfaları çevirirken gülümsüyor oluyorsunuz bir bakıyorsunuz da karakterleri seçimleri nedeniyle azarlıyor oluyorsunuz. O insanların hepsini tanıyor hissettiğiniz anda da kitap bitmiş oluyor.
Kitap 370 sayfa, ortalama kalınlığını göz önüne getirebilmeniz amacıyla belirtiyorum. Çok ince bir kitap sayılmaz ancak yazım stili de miniciklerden olmadığı için keyifle okursunuz diye düşünüyorum.
İnsanın gerçekten "Biz burada ne yapıyoruz ya hadi gidip bir şeyler başaralım!" diyesi geliyor. 

Beni Stoneybridge'e fırlatın. :)

Saul Bellow - Bay Sammler'ın Gezegeni

Bay Sammler'ın Gezegeni'nde İkinci Dünya Savaşı'nın bir insan üzerinde bıraktığı izleri ve o yaşantıyı yaşlı bir savaş mağdurunun, bir soykırım kurbanının gözünden okuyoruz. 
Kitap hakkında diyebileceğim şeyler şudur ki, kitap bir tık daha sert bir dille yazılmış. Dolayısıyla kitabı gerçekten daha sakin bir zamanda ve o kitaba hakettiği değeri, sessizliği vererek okumanız gerekiyor. Bay Sammler'ın Gezegeni benim kendimden beklemediğim derecede uzun zamanda okuduğum bir kitap oldu. Bunun nedeni araya giren tatil ve şezlongda güneş yüzüme vururken bu kitaba dalmanın zamanının olmadığını düşünmemdir. Araya onun yerine tam 3 farklı kitap yerleştirmiş oldum, onları da bir sonraki yazılarımda sırayla anlatıyor olacağım. 
Kitabı zamanınız varsa okuyun ama dediğim gibi ortalarına doğru kitaptan ufak bir kopma yaşayabilirsiniz ve olayların anlatış şekli biraz daha aynı zamana çakışmış gibiydi. Yani diyeceğim şudur ki Bay Sammler'ın aklından geçenlere odaklandığınız sırada Bay Sammler'ın kuzeninin hikayesi de devreye girebiliyor. Dolayısıyla olay örgüsünün çok dikkatle yakalanması gerekiyor. Bir kere onu oturttuğunuz zaman kitap gerçekten çok etkileyici geliyor ve şu anki toplum yaşamları üzerinde böyle bir bakış açısını da kazanmış oluyorsunuz. Kitap hakkında daha fazla şey yazamıyorum çünkü gerçekten içine usul usul dalmanızı gerektiren bir kitap, bence mutlaka okuyun. Asla pişman olmazsınız! -Sadece kitabı yarıda bırakmanızdan korktuğum için kitabı kışın okumanızı tavsiye edebilirim :)

Yazımı yazdığım sırada çalan bu mükemmel şarkı için tık tık 

4 Temmuz 2016 Pazartesi

OZ-Adam Fawer

Yeni yazı yayınlamayalı uzun zaman olmuş ve bunun dönüşünü yeni bitirdiğim bu kitabın yorumuyla yapmayı tercih ettim. 
Yakın çevremdeki insanlar şimdiden benim ne düşündüğümü biliyordur ancak buradan da yazmam gerekirse sanırım Olasılıksız ve Empati kitaplarının beklentimi bayağı yükseltmesinden ötürü bu kitaptan umduğumu bulamadım ve bunun rahatsızlığı içerisindeyim. Kitabın çıktığını öğrendiğim ilk gün siparişini verdim ve elime ulaşmasını da büyük sabırsızlık ile bekledim ancak gel gelelim ben bu OZ'u pek sevemedim.
Öncelikle söylemem gerekir ki Olasılıksız ya da Empati tadında hiç değil hatta alakası yok diyebilirim. Bildiğimiz OZ hikayesini farklı bir yorum ile ele almış diyebilirim ki Adam Fawer sadece yeni bir şey denemek istemiş gibi anladım. Kitabı okurken arada 2 gün de ara verdim. Kaldı ki ben sürükleyici ve bayıldığım her kitabı maksimum 2 günde bitiren bir insanımdır. Bu kitapta aradığım sadece aynı konunun farklı bir yorumu değil de çok daha başka biraz daha fazla paralel evren konusunun işlenmesi olabilirdi. Kitabın adını ve arka kapağını ilk okuduğumda bunun bolca paralel evren ile ilgili olacağını düşünüp heyecanlanmıştım ama kitabın yarısına ulaştığımda kendime "Eee?" demeye çoktan başlamıştım. Diyeceğim odur ki gerçekten kitapta çok fazla bir şey yok.
Önsözünde bize çokça teşekkür de etmiş olsa eminim kendisi de buradaki beklentinin oldukça yüksek olduğunun bilincindedir. 
Kitabı yine okuyun, emeğe saygım sonsuzdur ancak beklentinizi lütfen düşürünüz! Ben fazlasıyla hayal kırıklığı yaşadım aynısını umalım ki siz yaşamayınız. 
Azıcık spoiler kıvamında bir yorumda bulunmam da gerekirse en sevdiğim kısımları "su" ile ilgili olan bölümlerdi ancak "Lucy" kısımlarını gerçekten hiç sevemedim. Hatta ve hatta çiçekler ile Dorothy'nin aynı süregelen ilişkisini sayfalarca okumak içimi baydı diyebilirim. Okuduğunuzda siz de anlayacaksınız ama merak ettiğiniz başka bir kitap varsa ona da öncelik verebilirsiniz. Ben "Bay Sammler'ın Gezegeni" kitabıma bugün büyük merakla başlayacağım. Onun yorumlarını da bir sonraki postumda bulabilirsiniz. Yazı erken gelirse neler hissettiğimi anlarsınız sanıyorum. Herkese keyifli tatiller, keyifli okumalar!

2 Ağustos 2015 Pazar

PLL :(

Başka bir blog yazımda da bahsetmiştim bu diziyi artık sadece 6 yıl olmasının verdiği saygıdan ve kimmiş niyeymiş sorularımdan izliyorum. Bugün yine son yayınlanan bölümlerini izlerken artık Emily'nin uçan dişi sineğe bile yazabilecek potansiyeli, Aria'nın hep garip tiplerle yakınlaşıp sonra Ezra'nın yanında sonlanması, Hanna'nın oyunculuğunun yapmacık kaldığını düşündüğüm abartılmış tepkileri, Spencer'ın son bulmayan Toby'le ilişkisini göz ardı edip hep birilerini düşünen hali..
Her sezonda aynı konuları evire çevire işliyorlar. Önümüze bir sonuç verip sonraki sezon o sonucun doğru olmadığını kanıtlıyorlar. Yani eninde sonunda bir cevabı elde edene kadar canımız çıkıyor.
E iyidir güzeldir yine takipçilerinin izleyenlerin sadıklığına dayanaraktan sapıtıyorlar ama.. Ben şeyi anlayamadım asıl. Bu diziyi alıp "Küçük Tatlı Yalancılar" yaparken ne düşündüler? Bir diziyi uyarlıyorsunuz tamam da karakterleri nasıl analiz ettiniz allasen? Dizinin orijinali bile eskisi kadar merak uyandırmazken alıyorsunuz ay bizim halk izler bunu gençler çoluklar çocuklar diye uyarlıyorsunuz oynatıyorsunuz. Şu dizileri artık uyarlamasak.. Özgün konularımızı kendimiz oluştursak.. Hadi uyarlıyoruz bari iyi dizileri efsane dizileri uyarlamaya çalışsak.. Kalkıp öyle canı çıkmış bir diziyi saf izleyici kitlesine yutturmaya çalışmasak..
KTY izleyicilerine buradan diyeceğim şudur ki arkadaşlar üşenmeyin sezon bölüm sayısına aldırmayın bari orijinalini izleyin. Zaten bizdeki bölüm dakikasına onlardan 3 bölüm bitiriyorsunuz.
Öyle Açelya'ymış bilmem neymiş. Öf bizde film sektörü de dizi sektörü de ölü arkadaşım.
Sırf daha önce izlediğim Kore yapımı "The Heirs" dizisine olan sevgimden bu aralar Çilek Kokusu'nu izliyorum o da dakikaları atlaya atlaya yani.
Orijinal olmadığı sürece böyle saçma dizilere özellikle de uyarlama dizilere oturup 2-3 saatimizi vermeyelim ya. Benim gibi sara sara izleyip 20 dakikada bile bitirebilirsiniz bölümü, daha sağlıklı oluyor %100 garantili.

Not : PLL yaz finalinde tüm cevapları alacağımız söyleniyor. Geçen 5 sezon finalinde olduğu gibi.. Neyse bekliyoruz. Hayırlısı.

21 Temmuz 2015 Salı

.

Sanıyorum hepiniz Şanlıurfa Suruç'taki patlamayı duymuşsunuz, görmüşsünüzdür.
Ben bu kavgaların bu anlaşmazlıkların ve insanların canına kastetmeye kadar varan bu durumun nedenini anlayamıyorum. Umarım hayatım boyunca da anlayamam.
18 yaşındaki bir kızın canlı bomba olduğu söyleniyor. 18 ya 18. Ben o yaşımda üniversite sınavıyla cebelleşiyordum, hayatımın adımlarını atmaya yolumu çizmeye çalışıyordum. Bu mu peki? Benimki hayat arayışıysa o kızınki neydi? 18 yaşında neyi ne kadar sapkınca benimseyebilirsin ki canını verecek kadar? Nasıl hiçbir şey düşünmeden kendi canını başka insanları öldürmek, karışıklık yaratmak pahasına verebilirsin?
Peki oraya giden insanların suçu neydi? Kreş boyama istekleri miydi sorun yaratan? Yardımcı olmayı istemeleri mi rahatsız etti diğerlerini? Yanlış zamanda yanlış yerde olmaları gerçek kabul edilemeyecek kadar büyük bir tesadüf olurdu herhalde.
Patlama anının videosunu izleyemedim. Şirketteki arkadaşım izlerken dinledim sadece önce yürüyüşten gelen sesleri sonra duyulan patlama sesi... Tüylerimi diken diken eden ise o patlamadan sonra gelen kısa süreli sessizlik. O sessizlik bana o kadar çok şey anlattı ki... Durumu idrak eden insanların çığlıklarıyla ise içim parçalandı, dayanamadım. O bir anlık ne oldu bilinçsizliği etraftaki insanların onların gözündeki halleri... Bilemiyorsun işte, yanında yürüyen insan o sırada yere düşmüş olabilir hatta sen belki bir adımlık mesafen nedeniyle bir sıyrıkla kurtulmuş olabilirsin. Kendini şanslı sayabilir misin? O travmayı atlatabilir misin?
Bu sebepsiz saldırıların insan canı almanın bu kadar kolay olduğu zamanda nereye kaçacağımı şaşırıyorum. Dışarı çıkmak ne zaman bizde bir tereddüte neden olacak? O zamanlara doğru mu ilerliyoruz yoksa? Çözülmeyen nasıl bir sorun var Allah aşkına. Hükümet kurmak için çıldıranlar şimdi neredeler? Ekran başına taziyeye mi çıkacaklar göstermelik? Oradaki o durumu anlayabilecek, bu trajediyi birebir yaşayanlarla empati yapabilecek yürek mi var? Peki ya biz? Bu olaylar çözülmeden bir sonraki saldırının ne zaman gerçekleşeceğini mi düşüneceğiz? Ölen insan sayısının az olması olayları hafifletiyor mu?
Cevabı olmayan milyonlarca sorumuz var. Hepimizin.
Ben bu saldırıları gerçekleştirenlerin zihniyetini anlayamıyorum.
Hayatım boyunca da anlamamak dileğimle.
Hepimizin başı sağolsun.



17 Temmuz 2015 Cuma

Bayram mıı?

Merhabalar.
Günün anlam ve önemine uygun bir blog yazımla daha karşınızdayım.
Bugün bayram için ne yaptık? Ne yaptınız?
Büyüklerimizin yanında telefonumuzla oynayıp şarjını sonuna kadar hatta boşta kalmayalım diye %1'i zorlayarak tükettik mi? Prize yakın koltuk bulamayınca yalnızlıktan ufak bir depresyona girdik mi? Telefon şarjdayken bize kalan büyüklerimize ailemize kalan zamanda yatıp dinliyor gibi mi yaptık?
Keşke tüketmeseydik keşke dinliyor gibi yapmasaydık..
Bu zamanlar bize kalan en güzel zamanlar... Muhtemelen ilerde çocuğumuza hatta torunumuza kalamayacak zamanlar... Şimdi diyorsunuz ki canım sen bunları yazıyorsun da dediklerini uyguladın mı? Açık konuşayım hayır uygulayamadım. Bende öyle bir alışkanlık oldu ki topluluktayken özellikle de rahat edebileceğim bir ortam yani aile içerisindeyken elime telefonu alıp bir yandan laf yetiştirmeye çalışmak daha kolayıma geliyor."Dur şurada bir savaş yapayım dur iki dakika arkadaşım yazdı of bi saniye of" diye diye günü tükettim. İçimde yine pişmanlık yine özene bezene giyindiğim hatta ayrı olaraktan "bayramlık" alışverişine çıkılan zamanlar. Harçlık için büyüklerimin gözünün içine bakarken şimdi uzattıklarında "Yaa ne alakası var ya Allah aşkına sok o parayı cebine dede istemiyorum" diyecek zamanlara geldim. Vallahi yaşlandım. Bayram sabahını eskiden büyük mutluluk ev içinde tatlı bir telaş ile geçirirken şimdi evden çıkmadan Yandex'ten köprü trafiğine bakmak oldu olay. Ne giyeceğimi seçerken çılgınlar gibi düşünürken hatta dolap önünde "Anne benim hiçbir şeyim yok" diye ağlarken şimdi altıma düz bir siyah pantolon üstüne de sade bir bluz ile kombini tamamlayabiliyorum. Hele ayakkabılarımı evden çıkmadan 5 dk önce seçebilecek rahatlığa geldim. Ben yine ufalıp kendimi saçları tüm gün oynamaktan bozulan hatta her çalan kapıda yaşıt bir çocuk arayan halimde bulmak istiyorum. Ben böyle günlerde bu teknolojik ve onunla beraber gelen üşengeç halimi hiç sevmiyorum.
Şimdi eve geldim ve inanır mısınız gün başına dönecek olsam kesin bazı şeyleri farklı yapardım. Üstelik kopan aile bağlarımız nedeniyle bugün benim için bayramın ilk ve son günüydü.
Yine de kendimden gelecek bayram çok umutluyum. Yeter ki ailem sağlıklı huzurlu yaşlısıyla genciyle benim yanımda olsun.
Hepinize iyi bayramlar!

14 Temmuz 2015 Salı

Hayali

Bugün biraz duygusallığım üstümde diyebilirim. Tükenmişliğim de üstümde, bıraktıklarım da üstümde yaşadıklarım de üstümde..
Ben kendimi fedakar bir insan olarak göremezdim ama son 2 yılda yaşadıklarım beni oldukça fedakar bir insana dönüştürdü. Neyden mi fedakarlık ettim? Hayallerimden, istediklerimden, heveslerimden... Bazen hayat şartları sanki beni dışarıda bırakmaya çalışıyormuş gibi hissediyorum. Sanki şartların hepsi bunlar bunlar olursa benim olmayacağımı gösteriyor gibi. Elimden geldiğince hayatla da savaşıyorum, kendimle de savaşıyorum, ailemle de savaşıyorum. Bütün mutlu anlarımdan kuşku duymayı öğrendim ben, hep bir sorun çıkacakmış gibi evime dönmeyi öğrendim. Tüm günü mutlu geçirseniz bile eve geldiğinizde o mutluluğu keyfiyle anlatacağınız paylaşacağınız biri olmayınca dışarıdan birine nasıl bağlanıldığını da gördüm. Tüm günü beraber geçirdiğiniz birine eve gelince direkt mesaj atmayı, aramayı ve hatta onu özlemeyi bile yaşadım. Bulunduğum yerden mutlu değilken beni mutlu eden tek insana sığındım. Onu yorabileceğimi, sıkabileceğimi hatta keyifsizliğimi ona yansıtabileceğimi düşünmeden. İyi ki hayatımda diyebileceğim en güzel insan o.
Bana sarıldığında huzur duygusunu yaşadığım, derdime kendisi yaşıyormuşcasına ortak olan ve hayatı benim için güzelleştirmeye canı gönülden çabalayan insan. 1.5 yıl önce kendimi tamamen kaybettiğimde, yaşadığım aile sorunlarında kendimle ilgili problemlerimde kaybolduğumda beni elimden tutan ve iyileşmem için çabalayan insan. Her gün senin çabanı boşa çıkarmamak için yaşıyorum diyebilirim. Hayattan umudumu kestiğim her an seninle ilgili hayaller kurup tekrar hayata tutunmayı başarabiliyorum. Eğer yorucu ve inanılmaz kötü bir günü senin yanında bitiriyorsam eve gittiğimde umudum oluyor. Baş ağrılarım, takıntılarım hepsi senin yanında normale dönüp kendilerini unutturuyor.
Bugüne kötü başladım, çok çok kötü başladım. Mutluluğu yine bir sorgulayarak, ailemden yola çıkarak, yaşadığımız tüm maddi ve manevi sıkıntıları düşünerek güne başladım. Olmaması gereken şekilde ama yazının yazılış amacına dönersek eğer..
Ne sıkıntı yaşarsanız yaşayın orada bir yerde sizin için sizin yanınızda olmak için çabalayan insanlar var. Onlara değer verin, yanınızdan uzaklaştırmayın. Sinirle söylediğiniz sözlerle onları kırıp, yaşadıklarınızın hıncını onlardan çıkarmayın. Çünkü kötü bir günün gerisinde yatağa yattığınızda uyumanızı sağlayan tek şey onlarla ilgili kurduğunuz hayalleriniz oluyor. Size sarılsa ne kadar huzurlu uyuyacağınızı hayal ederek uykuya dalıyorsunuz mesela. Her gün varlığına şükrederek teşekkür ederek hayatı yaşıyorsunuz. O insanlara hakettikleri değeri gösterin, kaybetmeyi sakın göze almayın. Her gün tekrar tekrar kazanın. Okur mu okumaz mı denk gelir mi bu yazıya bilmiyorum ama buradan diyorum ki gerçekten yanımda olduğun anlar için beni her seferinde sakinleştirmeye çalıştığın için girdiğim çıkmazlardan elini uzatıp bir yola götürdüğün için teşekkür ederim. İyi ki varsın hayatım.